Vuslat dizisinin de oynanan oyun Satranc-ı Urefa, Büyük Tasavvuf Alimi Muhyiddin İbn-i Arabi tarafından tasavvufyolunu öğrencilerine öğretmek üzere geliştirilmiş bir oyundur. Halk arasında ‘Yılanlı Dama’ olarak bilinir. ‘Urefa’ arifler demektir. Arif ise bilen demektir. Bilenlerin satrancı…
Oyunun amacı tasavvuf yolunda ilerleyen salik’in karşısına çıkabilecek durumları öğretmek ve yolun güzel ve tehlikeli yönlerini kavratmaktır. Oyun zar atarak oynanıyor. Oyuna altı atarak başlanabiliyor. Burada altı sayısı tüm kötülüklerin ve kötü huyların terki anlamını taşıyor ve ilk altı basamaktaki kötü huyların terki ile seyr başlamış oluyor. Bazen ulaşılan basamaktan geri düşülüyor bazen ise ulaşılan basamak sayesinde ileri sıçramalar yapılabiliyor. Oyun 101 basamaktan oluşuyor.
Satranc-ı Urefa’da Bu Hafta “Bast” Çıkıyor! Bast Nedir?
Kabz ve bast halleri; lügat manası olarak ruhen sıkıntı, daralma ve genişleme, sıkıntı ve ferahlık manalarına gelmektedir. Bu halleri Bediüzzaman Hazretleri Kastamonu Lahikası’nda şöyle açıklamaktadır:
“Sair teellümât-ı ruhaniye ise, sabra, mücahedeye alıştırmak için Rabbanî bir kamçıdır. Çünkü, emn ve ye’sin vartasına düşmemek hikmetiyle, havf ve reca müvazenesinde sabır ve şükürde bulunmak için kabz-bast hâletleri celâl ve cemal tecellîsinden intibah ehline gelmesi, ehl-i hakikatçe medâr-ı terakki bir düstur-u meşhurdur.”
KABZ VE BAST HÂLLERİ NEDİR?
Kuşeyri Risâlesi’nde şöyle denmektedir: Kabz ve bast iki haldir ki; kulun, havf ve recâ halinden terakkî etme ölçüsündedir. Ârif-i billâh için kabz, mübtedî (yeni başlayan) için havf (korku) makamındadır. Ârif-i billâh için bast (ferahlık) mübtedî için, recâ (ümîd) makamındadır.
Cenâb-ı Allah kullarına lütuf ve kereminin kemâlinden dolayı onların canlarını yarattı, onları servet û sâmân sahibi yaptı. Sonra da onlardan (Cennet karşılığında) canlarını ve mallarını satın aldı. Sonra âriyeten bu malları onlara geri verdi, sonra onlardan karz-ı hasen isteyip, buna mukabil de kendilerine kat kat karşılık vereceğini müjdeleyerek onlara ikrâmda bulundu.
Sâdık ve samîmi bir kul ancak gayreti ölçüsünde talebte bulunur, verdiklerine karşılık olarak da ancak Allah’tan ister. Allah da ona, himmeti ölçüsünde, istediğini verdiği gibi, buna ilâveten kendi keremi ölçüsünde onlar için sakladığı, gözlerini aydın edecek nice nimetleri kat kat verecektir. Bir kimse ki, bütün dünyâ metaı, nimeti kendisi için az kabul edilirse, artık sen, kendisi için çok olana bak.
Allah’ım! Bizi evliyânın kalblerine ilham ettiğin şeyle faydalandır ve bizi o kimselerden kıl ki, gözlerini yalnız sana kavuşmaya dikmiş, oradan ayırmayanlardan eyle.
İns ve cin, yalnız Allah’a kulluk etmek için yaratıl- mış olmalarına rağmen, hak ehli bâtıl ehlinden şüphesiz daha azdır. Nitekim Allah -celle celâlüh- şöyle buyurmuştur:
«Ben cinleri de, insanları da (başka bir hikmete mebnî değil) ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.» (Zâriyât sûresi, 5)