Şehzade Ahmed Nureddin Efendi, Sultan Abdülhamid’in sekiz oğlunun altıncısıydı. Annesi Behice İkbal’dir. Şehzade Ahmed Nureddin Efendi 1901 senesinde dünyaya gelmişti. 2 Haziran 1945’te Paris’te zâtülcenbden vefat etti.
Osmanlı hânedanında ikiz doğuma nadir rastlanır. Bunlardan sonuncusu Sultan II. Abdülhamid’in ikiz şehzâdeleri Ahmed Nureddin ve Mehmed Bedreddin Efendilerdir. Padişahın ileri yaşında, güzelliğiyle meşhur Abhaz prensesi Behice İkbal’den 1901 senesinde dünyaya gelmişti. Padişah, oğullarına, genç yaşta vefat eden biraderlerinin isimlerini koymuştu.
Sultan Hamid’in kızı Ayşe Sultan anlatıyor: “Osmanlı hânedanı geleneğine göre taht daima büyüğe geçtiğinden bu ikizlerden de birinin ötekine tekaddüm etmesi [önde gelmesi] icab ediyordu. Tesadüfle günün birinde sıra bunlara geldiği takdirde, tahta aynı zamanda iki kişinin birden çıkması gibi tarihimizde ve an’anemizde mevcut olmayan bir durum hâsıl olacaktı. İşte bundan dolayı bu ikizlerden birinin büyük sayılması gerekti. Babam, ‘Bence, dünyada en önce nefes alan büyük itibar edilmelidir. Bunun için Nureddin Efendi büyük, Bedreddin Efendi küçük sayılsın!’ emrini verdi. Bu iki kardeş, pek çok ikizler gibi birbirine benzediklerinden tefrikleri [ayırmak] için birine kırmızı, ötekine mavi kordela bağlamışlardı.
Bedreddin Efendi’nin yaşına göre fevkalâde akıllı olması babamı düşündürürdü. Bir gün babamın yanında o kadar güzel ve yanlışsız söylemiş ki, babam hayretler içinde kalarak, ‘Sus oğlum, söyleme, senin zekân beni korkutuyor’ demekten kendini alamamış. Hakikaten babamın korktuğu başına geldi. Bedreddin Efendi menenjite yakalandı ve bütün tedavilere rağmen kurtarılamadı.”
Sultan Hamid’in zekâsı sebebiyle nazar değeceğinden korktuğu Bedreddin Efendi, vefat ettiğinde 2,5 yaşındaydı. Kabri Yahya Efendi Türbesi içindedir. Bu hâdise, Behice İkbal’in sinirlerini çok bozdu. Talihsiz kadın bütün hayatını, biricik oğluna hasretti.
Nureddin Efendi, 8 yaşında iken babası tahttan indirildi. Yıldız Sarayı’nı asker bastı. Padişah, Selânik’e sürülmek üzere arabayla istasyona götürülürken, üç bekâr kızı ve oğullarından da Abdürrahim ve Âbid Efendilerle anneleri yetişebildi.
Mâbeyn dairesini askerler bastığı ve harem kapıları da kilitli olduğundan, padişah ailesinin bir kısmı haremde kaldı. Bu arada biçâre Nureddin Efendi kargaşa esnasında fesini kaybetti. O zaman pek ayıplandığı için, ince çocuk aklınca babasının huzuruna başı açık çıkamayacağını düşündü. Fesini ararken öte tarafa geçemediğinden gitmek istediği halde geride kaldı. Selânik yolcuları, meçhul bir âkıbete doğru yol alırken, geride kalanları başka türlü sıkıntılar bekliyordu. Yıldız Sarayı yağma edilmiş; burada yaşayanlar sokağa atılmış; şehzâde ve sultanlar sağa sola dağılmıştı.
Nureddin Efendi, diğer kardeşlerinden çok daha mağdur oldu. Zira kendisine ve annesine ne maaş ve ne de daire tahsis edilmişti. Hâlbuki şehzâde ve sultanların padişahın hususi mal varlığından maaşları ve meskenleri vardı. Ancak İttihatçılar başa gelince, Sultan Abdülhamid’in bütün servetine el koydular. Ailesini de sefâlete mahkûm ettiler.
Annesiyle beraber evvela ablası Zekiye Sultan’a, sonra anne babasının Beşiktaş’taki evine sığındılar. Dedesi de sürgün edilince, Bomonti’de bir apartman dairesi tuttular. Burada polis nezâretinde yaşamaktan bezen annesi, Sultan Hamid’in şahsî mülkü olan Maslak Köşkü’nü tahsis etmeleri için, padişahtan sadrazama kadar bütün devlet ricaline ısrarlı istidalar yazdı. Bunlar fayda vermeyince, hayretle karşılanan bir şey yaptı; İngiliz sefaretine sığınıp elçiden yardım istedi. İngilizlerden tırsan İttihatçılar, boyun eğdi.
1913’te Selânik düşünce, Sultan Hamid İstanbul’a getirildi. Nureddin Efendi, hasretiyle yanıp tutuştuğu babasıyla görüşmek üzere saraya gitti. Birbirlerine sarılıp ağlaşan baba oğulun görüşmeleri çok dokunaklı oldu. Şehzâde, “Aman babacığım, ben de burada seninle kalayım” diye gözyaşı döktüyse de babası, kendisi gibi ‘şâhâne hapishane’de mahkûm kalmasını istemediği için razı olmadı.
İttihatçılar, öteden beri kin bağladıkları Behice İkbal’i de bir kumpasla Beylerbeyi Sarayı’na kapattılar. Yegâne oğlundan ayrı kalmaya dayanamayan kadıncağız cinnet geçirdi. Bunun üzerine hükümet çıkmasına izin verdi. Anne oğlu tekrar bir araya geldiler.
7 yaşında askerî tahsile başlayan Nureddin Efendi, 1916’da Şehzâde Ömer Faruk, Osman Fuad, Abdülhalim, Abdürrahim ve Şerefeddin Efendilerin de okuduğu Almanya’ya tahsile gönderildi. Ancak harbin kaybedilmesi üzerine 1919’da bin bir zahmetle memlekete döndü. Döner dönmez de babasının yaverlerinden Adapazarlı Hüsnü Paşa’nın kızı Ayşe Andelib Hanım (1902-1980) ile romantik bir şekilde evlendi.
Zevci gibi ikiz doğmuş olan 17 yaşındaki Andelib Hanım o sıralar yüksek tabaka hanımlarının yaptığı gibi, sivil yardım müessesesi olan Hilâl-i Ahmer (Kızılay, aslında Kuvâ-yı Milliye) menfaatine Yıldız Parkı’nda iane kumbarası gezdiriyordu. Derken ağabeyinin bir zâbit arkadaşını, yanında tanımadığı başka bir zâbit ile yan yana yürürken gördü. Önlerine gitti. Yakalarına rozet takıp, kumbarayı sallayarak iane talep etti. O tanımadığı zâbit, Nureddin Efendi idi. İkisi de bir an göz göze geldiler ve birbirlerini beğendiler. Şehzâde, kızın kim olduğunu öğrendi ve talip oldu. Bu izdivacı hükümet tasvib etmedi. Ancak Nureddin Efendi aldırmadı; Maslak Köşkü’nde herkesten habersiz beğendiği kızla evlendi.
Halifelik kaldırılıp hânedan sürgün edilince, Nureddin Efendi, süvari mülâzımı (üsteğmeni) rütbesinde iken zevcesi ve lalası Halil Bey ile beraber 23 yaşında sürgüne çıktı. Ardından annesi ve Andelib Hanım’ın biraderi Celâl Bey de mecbur olmadıkları halde Napoli’deki Şehzâde’nin yanına geldiler. Paraları bitince, annesinin veya zevcesinin mücevherlerini satarak geçindiler. Behice İkbal’in annesi, zaman zaman cüz’î de olsa para göndermekteydi.
Geçim darlığı, zaten hassas olan şehzâdeyi iyice yıprattı. Annesini Napoli’de Celâl Bey’e emanet edip, çalışmak üzere Paris’e ablası Şâdiye Sultan’ın yanına gitti. Ancak münasip bir iş bulamadı. Harbiyeyi bitiren ve mesleği askerlik olan bir Osmanlı şehzâdesi ne iş yapabilir? Kardeşleri gibi kafelerde üç beş kuruşa piyano ve davul çalarak geçindi.
Harp çıkınca, hayat daha da zorlaştı. Zevcesini alıp, savaşa girmemiş olan İspanya’ya gitmek istedi. Soğuk bir mevsimde, karlar arasında maceralı bir yolculuktan sonra, Andelib Hanım yolda ayağını incitti. Zevcine, “Sen git, beni bırak, bari kendini kurtar” dediyse de, Şehzâde, yolun ilerisinden Kızılhaç ekibini getirip, zevcesini tedavi ettirdi. Paris’e döndüler. Andelib Hanım, Kızılhaç’ın verdiği çorbayla, uzun zamandır ilk defa karnını doyurduğunu anlatırdı.
Zayıf bünyeli Şehzâde seyahatten sonra hastalandı. 2 Haziran 1945’te Paris’te zâtülcenbden vefat etti. Mağrib Müslümanlarına ait olup Fransa’da vefat eden hânedan mensuplarınında defnedildiği Bobigny kabristanındadır.
Ayşe Sultan hatıralarında Nureddin Efendi’nin Halife Abdülmecid Efendi’nin cenâzesini yıkayan üç kişiden biri olduğunu anlatıyor ve, “Bu çocuğun felâketi gözümün önünde cereyan ettiğinden, çektiği mahrumiyete kurban gittiğini gördüğüm için bir kat daha me’yûs olmuştum. Haremi Andelib Hanım’ı bin güçlükle İstanbul’a gönderebildik” diyor. Behice Hanım, oğlunun vefatını hiç öğrenmedi; hep onun dönüşünü bekledi.
Kabir taşında “Prince Ahmed Noureddin, Fils Sultan Abdulhamid II, Ne 1900-11 Juin, Décéde 2 Juin 1945” yazar. Kabrin ayak taşında da sadece “Fatiha” yazısı okunmaktadır. Yan yatmış ve harab olmakla beraber, yanı başındaki biraderi Abdürrahim Efendi’nin dümdüz olmuş ve şâhidesinin yarısı kırılmış mezarından daha iyi vaziyettedir. Kabristanın yanında, bir mescid ve küçük bir tekke vardır. Burada Şâzelî dervişleri her hafta cumartesi toplanır. Hayatı hep sıkıntılarla geçmiş olan Şehzâde Nureddin Efendi, burada zikir seslerini dinleyerek son uykusunu uyumaktadır.
Nureddin Efendi, atlı araba kullanmayı sever; araba kırbacı koleksiyonu yapardı. Çok cömertti. İkramları cüz’î kazancını aşardı. Bu sebeple hep sıkıntı içinde yaşadı. Mazbut bir hayatı vardı; genç yaşta evlenmiş; sefahatten uzak durmuştur. Nureddin Efendi ile Andelib Hanım’ın yegâne oğulları Mehmed Bedreddin, Paris’te iken kundakta bakımsızlıktan vefat etti. Başka çocukları olmadı.