Alp Olabilmek İçin 9 Kural!

Alp nasıl olunur? Alp olmak için neler gereklidir? İşte Alp olabilmenin 9 şartı.

Alp Olmanın Kuralları :

  • Sağlam Yürek
  • Kuvvet
  • Gayret Ve Hamiyet
  • At
  • Zırh
  • Yay
  • Kılıç
  • Kargı (Sünü)
  • Yar

Alp Olmanın 9 Şartı :

Alplık [1], özellikle 11., 12. ve 13. yüzyıllarda Anadolu coğrafyasında sıklıkla adı geçen askeri sınıf/ünvan olarak karşımıza çıkmasına rağmen aslında eski ve köklü bir geçmişe sahiptir. İlk kez yazılı olarak Göktürk Kitabelerinde rastlanan bu sıfat, hükümdarın iki [2] özelliğinden biri olarak vurgulamaktadır. Bu yazıtlarda yiğit ve savaşçı anlamlarında kullanılmıştır. Bahsi geçen yazıtlarda alplıktan şu şekilde bahsedilmektedir:

“…(Önceleri) sahipsiz ve düzensiz (kalmış olan) Kök Türkler, bu iki (yer) arasında düzenlenmiş olarak otururlar imiş. (Bunlar) Bilge Kağan imiş, Alp Kağan imiş. Buyrukları (yardımcıları ve vezirleri) da bilge imiş, alp imiş.”

Alplık sonrasında bir isim/ünvan olarak Divan-ı Lügati’t Türk’te karşımıza çıkmaktadır. Alp Er Tonga Sagusu’nda meşhur dörtlük şu şekilde geçmektedir:

Alp Er Tonga öldi mü,
Issız acun kaldı mu,
Ödlek öçin aldu mu,
Emdi yürek yırtulur”

11. yüzyıl sonlarında İznik’in fethi [3] sonrasında başlayan Haçlı Seferleri’nde çoğunluğu profesyonel olmayan askerlerden oluşan haçlı güruhlarını sevk ve idare eden (bir nevi orduda subaylık yapan) şövalyelere karşı Anadolu ve Ortadoğu coğrafyasında Alplık kavramı kurumsallaşmış ve Türk ordularında gazileri maiyetleri altında toplayan ve gerektiğinde/istendiğinde sultanın emrinde savaşa (gazaya) katılan küçük gruplar oluşmaya başlamıştır. Bu gruplar 13. yüzyıl sonlarında uc beyleri ya da uc beylerinin yoldaşları/nökerleri olarak karşımıza çıkmaktadır [4].

Gazilerden (profesyonel olmayan ve kutsal savaş (cihat) için gönüllü olan savaşçılardan) birtakım nitelikler ile ayrılan (sivrilen) alplar ile ilgili ünlü tarihçi Âşıkpaşazâde’nin ismini aldığı büyük dedesi Âşık Paşa (1271-1332) Garîbnâme (Ma’ârifnânme) adlı eserinde (9. Bölümde) dokuz niteliğe sahip olanların alp olarak anılabileceğinden şu şekilde bahsetmiştir:

“Dokuzunçı dâsitân dokuzunçı bâbda beyân ider pehlevânla ve bahâdurlar ahvâlini bil kim bahâdurlar dokuz nesney ile muhâfazat-ı mülk ve mâl iderler ve ehl-i hak dahı dokuz nesney ile muhârebe a’dâyı din ve ahzâb-ı şeyâtin ile iderler”

Bu eserde bahsi geçen dokuz madde şu şekilde sıralanabilir:

1. Sağlam Yürek

“Kişi alp olmalıga âlet ana,
Ne gerekdür eydeyüm bir bir sana.
Ana elbette tokuz nesne gerek,
Evveli şol kim ola muhkem yürek

Alp olmanın ilk şartı muhkem (sağlam) yürekli olmaktır. Sonrasında hiçbir şeyden korkmaması gerektiği ve düşmanı görüp de korkarak sinmemesi gerektiğinden bahsedilir. Alp olabilmenin ilk koşulu cesaret sahibi olmaktır.

2. Kuvvet

“Hak çü virdi ilk ana muhkem yürek,
Pes ikinçi bâzuda (pazıda) kuvvet gerek.
Bâzusında kuvveti olmaz ısa,
Alp olımaz tende güçi az ısa.”

Kuvvetli olmak, şüphesiz ki ortaçağda hayatta kalmanın kurallarının başında gelen bir özelliktir. Kılıç, kargı (sünü), ok ve yayın kullanıldığı bir dönemde yakın dövüşte üstünlük sağlayacak en önemli özellik kuvvetli olmaktır. Ayrıca ileride bahsi geçecek olan katı yayın da kurulması ve kullanılması için ciddi bir güce sahip olmak gereklidir.

3. Gayret ve Hamiyet

“Alp ere gayret durur üçinçi hâl,
Gayreti olmaz ısa alplık muhâl.
Hamyet olmaz gayreti yok kişide,
Gömidur kim ol kişi ne iş ide.”

Alp olmak için diğer soyut değerler gayretli ve hamiyetli olmaktır. Özellikle gazaya (Allah yoluna verilen savaşa) istekli olmalıdır. Aynı zamanda hamiyet sahibi (yurdunu, ailesini koruma konusunda gösterdiği erdem) olmalıdır.

4. At

“Alplara dördinçi âlet at durur,
Alplara bu at key âlet durur.
Alplıgı er ne’yle eyler at ıla,
Alp ere key at gerek kim atıla.”

Göçebe topluluklar için olmazsa olmaz bir diğer unsur da at üstünde bir yaşama adapte olmuş olmaktır. 11., 12. ve 13. yüzyılda Anadolu’daki Türklerin bir bölümü yerleşik hayata geçerken hatırı sayılır bir kısım da göçebe yaşamı sürdürmekteydi. Bu dönemdeki orduların en önemli özelliği orduların büyük bir bölümünü süvarilerden oluşmasıdır. At üstünde ok atabilen ve bu sebeple göğüs göğüse savaşmadan da düşmana ciddi zararlar verebilen Türk süvarileri savaş meydanlarında hızlı hareket edebilmeleri sayesinde de avantaja sahip oluyorlardı. Genellikle dişi atlar (kısraklar) binek olarak kullanılmaktaydı. Bunun da sebebi uzun yolculuklarda atın sağılarak sütünün içilebilmesidir. Günde ortalama 1-2 litre süt veren at, protein değeri son derece yüksek olan sütünü binicisine sağlayabilmekteydi. Ayrıca at sahibi olmak soyluluk alameti olarak görülmekte ve at en değerli hediye olarak beyler arasında sıklıkla kullanılmaktaydı. Atın zırhlı olması da bir diğer koşul olarak görülmekteydi. Atın savaş sırasında kılıç ve ok darbeleriyle yaralanmaması için sıklıkla göğüs bölümünü örten bir örme zırh ile kaplanmaktaydı. Ayrıca Alp atının zırhından tanınmaktaydı.

5. Zırh

“Pes bişinçi âlet alpa ton durur,
Alpa aplık adını ton bildirür.
Tonı oldu biligin daksun bile,
Okını vü yayını alsun ele.”

11. yüzyıl sonlarında başlayan Haçlı Seferleri’nde ağır zırhlı süvariler ve piyadeler ile karşılaşan Türkler hafif zırhlı (genellikle sık dizilen deri plakalardan oluşan) atlı okçular ile ilk etapta başarılı oldularsa da uzun vadede sonuç alabilmek için zamanla örme zırhlı ağır süvarilere dönüşmüşlerdir [5].  Bu süvariler özellikle 15. yüzyıl başlarında Osmanlı ordusunda Sipahiler ve Timur’un ordusunda Suyurgallar [6] yıkıcı güç haline gelmişti.

Garîbnâme adlı eserde alp’in ton (don) ile ayırt edebileceğinden bahsedilir. Bu hem alp’in giydiği zırh hem de onu diğer askerlerden ayıran bir takım aksesuarları (kıyafetleri) olarak değerlendirilebilir. 13. yüzyıl sonlarında Anadolu’daki alplar kızıl börk giymekteydiler. Sonrasında Orhan Gazi döneminde bu durum değiştirilerek ak börk giymeleri ve diğer askerlerden ayrılmaları konusunda bir karar alınmıştır. Konu Âşıkpaşazâde Tarihi’nde şu şekilde aktarılmaktadır:

“Alâaddin Paşa (Orhan Gazi’nin ağabeyi) eydür kim: Hanum! Bihamdillahi ve’l-minne kim seni pâdişâh gördüm. İmdi senün dahı bir gün leşkerün yevmen fe yevmen ziyâde olsa gerekdür. Sen de askeründe bir nişân ko kim gayrı askerde ol nesne olmasun” didi…

…İmdi etrâfdagı beglerün börkleri kızıldur. Senün kullarunun börkleri ag (ak) olsun, didi.”

6. Yay

“Alplara altınçı âlet yay olur,
Anun ıla çavı ile yayılur
Katı yay çekmek ü uzatmak ere,
Key hünerdür kime kim Tanrı vire”

Tarih boyunca Türk ve Moğol ordularının vurucu gücü olan katı (kompozit) yay, bu dönemde de alp olmanın koşulları arasında sıralanacak kadar önemli bir silahtır. Yaya, kompozit denmesinin sebebi çeşitli materyallerden meydana gelmesidir. Gövde kısmı akçaağaçtan olup yayın iç kısmında boynuz parçaları (manda, boğa gibi büyükbaş hayvanların) yerleştirilmektedir. Yayın dış kısmında ise yine boğa ya da geyik aşil tendon’u yerleştirilir ve yayın üstü deri ile sıkıca kaplanarak mersin balığının damağının kaynatılması ile elde edilen özel bir jel ile yapıştırılmaktadır. Uzun süren kuruma ve gerilme uygulamalarının ardından yay istenilen şekli almaktadır.  Bu kompozit yapı okçuya son derece yüksek bir kuvvet ile oku fırlatmasını sağlamaktadır. Ayrıca ufak oluşu at üstünde rahat hareket ederek kullanılmasını ve taşımasını kolaylaştırmaktadır.

Türk ve Moğol kavimlerinde yayın kullanımı da diğer kavimlere göre farklılık göstermektedir. Yaya olarak yay kullanan kavimlerde üç parmak ile yay kirişi çekilerek ok fırlatılırken Türk ve Moğollarda ayrı bir ekipman ile farklı bir metot kullanılmaktadır. Zihgir adı verilen eliptik bir yüzük (genellikle kemik ya da boynuz oyularak yapılır) ile kiriş gerilmekte ve üç parmak ile kiriş germeye nazaran yaklaşık 10 cm’lik bir germe avantajı sağlamaktadır. Zihgirin bir diğer avantajı da at üstünde okun, yayın kabzasından düşmesini engellemesi için (okun bilye tutar gibi tutulması sebebiyle) yaya verilen pozisyonununda önemsiz hale gelmesinin sağlanmasıdır [7]. Ayrıca diğer kavimlerde ok sol tarafa yerleştirilerek (sol eliyle yay tutan normal bir birey için) göz ve gez aynı hizaya getirilerek yani nişan alınarak atış yapılırken Türk ve Moğol boylarında ok sağdan gezlenerek ve nişan alınmadan, kas hafızası ile atılmaktadır.

Tüm bu avantajları ile birlikte katı yayın etkili bir şekilde (özellikle at üzerinde) kullanılması Alp olabilmenin koşulları arasında yerini almıştır.

7. Kılıç

“Pes kılıçdur âletün yidinçisi,
Oldur alpun altunı vü inçüsi.
Kılıç üzre and anunçun içilür,
Kim bu kâfir kanı andan saçılur.”

Alp’in bir diğer silahı ise yakın dövüşte kullandığı kılıcıdır. Süvarilerin rahat kullanabilmesi (at üstünde savurabilmesi için) eğri kılıçlar kullanılmaktaydı. Şimşir adı verilen ve Mısır’dan Horasan’a tüm Güneybatı Asya’da kullanılan bu kılıç 14. ve 15. yüzyılda uç kısmı kalınlaştırılıp ağırlaştırılarak bilek hareketiyle kılıcı daha büyük bir moment ile savrulmasını sağlamıştır. Ayrıca kılıcın uç kısmının arka bölümü de tek taraflı bilenerek yakın dövüşte de avantaj sağlayan bir duruma getirilmiştir.

8. Kargı (Sünü)

Düşman anu görür eydür alp durur,
İmdi ana karşı kankı kalb durur.
Sünü sekzinçi âletidür alp erün,
Pes sünüsi olsa gerek alplarun.

Zırhlı süvarileri piyade ve yaya okçular karşısında durdurulamaz kılan bir diğer silah da kargıdır. Alp olmanın koşulları içerisinde yer alan kargı ile at üzerindeki ilk saldırı gerçekleştirilir. Yaklaşık 1,5-2 adam boyu (2,5-3 m) uzunluğunda olan mızraklar coğrafi olarak değişmekle birlikte genellikle dişbudak, ceviz ve akasya ağaçlarından yapılmaktadır. Uçlarına ise düşman askerlerinin zırhlarını delebilecek şekilde temrenler yerleştirilmiştir.

9. Yâr

Cümle alet oldı bu kez yârı yok,
Bile ardınça yorır dildârı yok.
Çün kafadar olmaya pes n’eyleye,
Dört yanını kendü niçe bekleye.

Alp olmanın dokuzuncu ve son şartı ise bir yârın (yoldaşın) olmasıdır. Alplar “varlığı korumak için ay ve yılda birbirleriyle kol kola savaş” yapan bahadırlardır. Bu sebeple birbirine yoldaş olmaları ve koordineli mücadele edebilmeleri için bir (ya da birden fazla) yoldaşları /nökerleri olmalıdır.

Âşık Paşa eserinin devamında Alp-Eren adı verilen savaşçı (ya da çevresindeki halkı psikolojik olarak savaşa hazırlayan) dervişler ile ilgili dokuz meziyetten bahsetmektedir. Bunlar da, velâyet, riyâzet, kifâyet, ışk, tevekkül, şeriat bilgisi, ilm, himmet ve yâr olarak sıralanmaktadır.

Dipnotlar

  1. Günümüzde görsel medya unsurlarının (televizyon dizilerinde) “alplik ve alpler” olarak lanse edilse de büyük ünlü uyumuna uygun bir şekilde “alplık ve alplar” olarak yazılmalı ve okunmalıdır.
  2. Diğer özellik de bilgeliktir. Yani hükümdar hem bilge hem de alp (savaşçı) olmalıdır.
  3. 1075 yılında Kutalmışoğlu Süleyman Şah İznik’i alarak başkent yapmış ve 22 yıl sonra I. Haçlı Seferleri sırasında (1097 yılında) elden çıkmıştır.
  4. Osman Gazi’nin nökerleri/yoldaşları (daha sonra vassalları olacak olan) Turgut Alp, Hasan Alp, Köse Mihal, Samsa Çavuş vd. buna örnek olarak gösterilebilir.
  5. 15. ve 16. yüzyıllarda tımarlı sipahiler son derece zırhlı (atlara da zırh giydirilmekteydi) birliklerdir.
  6. Osmanlı Devleti’ndeki Tımar sisteminin benzeri Timur Devleti’nde Suyurgal olarak karşımıza çıkmaktadır.
  7. Toprak sahipleri savaş zamanında zırhlı elit süvarileri ile savaşa katılmaktadır. Timur ordusunun vurucu gücünü bu süvariler oluşturmaktadır.
  8. Soldan gezlenen batı yaylarında okun kabzadan aşağıya (yana) düşmemesi için yaya, negatif yönde yaklaşık 10-15 ° ‘lik bir açı verilmektedir. Ok, her zaman yayın üzerine yerleştirilir. Türk ve Moğol yay kullanımında ise ok sağdan gezlenir, buna rağmen zihgir ile atıldığından yay yere paralel olarak bile (okunda yayın altında olduğu düşünülerek) kullanılabilir. Bu durum at üzerinde daha rahat ve daha hızlı atış yapmaya olanak sağlamaktadır.

Kaynakça

  1. Âşık Paşa, Garib-nâme, Yavuz, K., İstanbul, 2000
  2. Âşıkpaşazâde, Âşıkpaşazâde Tarihi [Osmanlı Tarihi (1285-1502)], Haz. Öztürk, N., Bilge Kültür Sanat, İstanbul, 2013
  3. İnalcık, H. Osmanlı Beyliği’nin kurucusu Osman Beg, Belleten Dergisi, Türk Tarih Kurumu, 2007