Manevi havasıyla şaşırtan, senaryosuyla büyük ilgi gören Vuslat dizisinin 30. bölümünde Aziz’in ortadan kaybolmasıyla işler karışıyor. Dizinin her bölümünde olduğu gibi 30. bölümde de Abdullah Efendinin sözleri dikkat çekiyor. Vuslat 30. bölümde Abdullah Efendinin “İbrahim ateşe düştü!” diyerek neyi kastettiği merak konusu oldu. Yeni bölümde ortadan kaybolan Aziz ile alakası olup olmadığı şimdiden izleyicileri heyecanlandırdı. İşte Hz. İbrahim’in ateşe atılma kıssası…
Hz. İbrahim’in Ateşe Atılma Kıssası
İbrahim Aleyhisselam Kimdir?
Hz. İbrahim (a.s.) Babil’in doğusunda Dicle ve Fırat ırmakları arasındaki bölgede dünyaya geldi. Babasının adı Taruh’tur. Hz. İbrahim’in (a.s.) orta boylu, ela gözlü, güzel ve güler yüzlü, açık alınlı, ayak izlerine varıncaya kadar şekil ve şemailce Hz. Muhammed’e (s.a.v) en çok benzeyen insan olduğu nakledilir.
Hz. İbrahim (a.s.) “Halilullah” yani Allah’ın dostu olarak anılır. Hz. İbrahim’in (a.s.) diğer bir sıfatı da “Ebu’l-Enbiya” yani Peygamberler Babası’dır. Oğulları Hz. İsmail’in (a.s.) soyundan Peygamber Efendimiz; Hz. İshak’ın (a.s.) soyundan da Benî İsraîl peygamberleri geldi. Hanımları, Hz. İsmail’in (a.s.) annesi Hacer, Hz. İshak’ın (a.s.) annesi Sare validemizdir.
Hz. İbrahim’in (a.s.) dinin adı Hanif’tir ve Müslüman olarak adlandırılır. Hz. İbrahim’e (a.s.) 10 sayfa suhuf indirildi. İbrahim Aleyhisselam Keldanî kavmine gönderildi. Hz. İbrahim (a.s.) kendi heykelini yaptırıp taptıran Babil hükümdarı Nemrut’u Allah’ın dinine davet etti. Bu daveti kabul etmeyen Nemrut tarafından ateşe atıldı. Fakat ateş kendisini Allah’ın izni ile mucize olarak yakmadı.
Ateşe atılma hadisesinden sonra…
Ateşe atılma hadisesinden sonra îman edenlerin rahat ibadet etmeleri, ayrıca Nemrut ve Keldanî kavminin üzerine gönderilecek azaptan muhafaza için İbrahim Aleyhisselam Babil’e, oradan da kardeşinin oğlu Lût, hanımı Sare ve bir mü’min topluluğu ile birlikte Urfa’nın güneyinde bir kasaba olan Harran’a hicret etti. Keldani kabilesi toz halinde sivrisinek sürülüleri ile helak oldular. Nemrut ise bir sineğin beynine girmesi ile helak oldu.
Hz. İbrahim (a.s.) oğlu İsmail (a.s.) ile kurban imtihanından geçti ve insanlık kurban kesmeyi ondan öğrendi. Oğlu İsmail (a.s.) ile birlikte Kabe’yi inşa etti. Kabe’nin inşası sırasında Hz. İbrahim’in (a.s.) üzerine çıkıp duvar ördüğü ve üstünde insanları hacca davet ettiği kabul edilen taş veya onun bulunduğu yere Makam-ı İbrahim denildi.
Hz. İbrahim (a.s.) Kabe’nin inşasını tamamlayınca Cebrail (a.s.) gelip kendisine hac farîzasının nasıl yapılacağını öğretti. O da insanları hac ibadetine davet etti. Oğlu ile birlikte ilk hac farîzasını yerine getirdi ve insanlar hac yapmayı onlardan öğrendi. İnsanlık tarihinde ilk vakfı İbrahim Peygamber kurdu.
Hz. İbrahim’in (a.s.) adı Kur’an-ı Kerim’de 69 defa geçer. Kur’an’da 14. Surenin adı İbrahim Suresi’dir. Kur’an’da duası en çok nakledilen peygamber İbrahim Aleyhisselam’dır. Ülü’l-azm (En yüksek derecedeki) peygamberlerdendir. Hz. İbrahim’in (a.s.) 200 veya 175 yaşında vefat ettiği ve Kabe’de Makam-ı İbrahîm ile Zemzem arasındaki yerde defnedildiği rivayet edilir. Başka bir rivayete göre kabri Filistin’in el-Halil şehrinde Hz. Sare’nin yanındadır.
Hz. İbrahim’in Putları Kırması
Keldânî kabîlesi senede bir gün toplanır, bayram yapardı. Âzer, Hazret-i İbrâhîm’e:
“–Sen de bugün bayram yapmak için bizimle gel!” dedi.
İbrâhîm -aleyhisselâm-, yolda hastalığını mâzeret göstererek geri döndü. Puthâneye gitti. Orada gümüş, bakır ve ağaçtan yapılmış putlar vardı. Önlerine de, bereketlenmesi için yemekler konmuştu. En iri put, altından yapılmış bir tahtın üzerine oturtulmuştu. Sırma elbiseler giydirilip başına tâc konmuştu.
İbrâhîm -aleyhisselâm-, büyük putun dışındaki putların hepsini balta ile kırdı. Sonra da baltayı büyük putun boynuna astı. Akşam olunca Keldânî kabîlesi, bayram yerinden puthâneye döndüklerinde, gördükleri manzara karşısında büyük bir şaşkınlığa düştüler. Tahmin yürüterek:
“–Bu işi yapsa yapsa ancak İbrâhîm yapar!” dediler. Ardından hemen İbrâhîm -aleyhisselâm-’ı bularak sordular:
“–Bu işi sen mi yaptın?”
İbrâhîm -aleyhisselâm- şöyle cevâp verdi:
“–Büyük put, kendisinden başkasına tapınılmasını istemiyordu. Bu sebeple diğerlerine kızgındı. Sonunda hepsini balta ile parçalayıp baltayı da omuzuna asmış olabilir. İsterseniz bir de kendisine sorun! Durumu size o anlatsın!”
Putperest halk:
“–Putlar konuşmaz!” dedi.
Bunun üzerine İbrâhîm -aleyhisselâm- onlara:
“–O hâlde, nasıl olur da kendilerini bile koruyamayan şu âciz varlıklar, sizi korur? Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” dedi.
Bu hâdise Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılır:
“O (İbrâhîm), gizlice onların tanrılarına sokuldu: «Yemez misiniz?» dedi. (Cevap gelmeyince) «Neyiniz var ki konuşmuyorsunuz?» dedi ve gizlice üzerlerine yürüyüp sağ eliyle onlara kuvvetli bir darbe indirdi.” (es-Sâffât, 91-93)
“Sonunda (İbrâhîm) onları paramparça etti. Yalnız en büyüğünü, belki ona mürâcaat ederler diye bıraktı. (Putları kırılmış gören halk:) «–Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak ki o, zâlimlerden biridir.» dediler. (Bir kısmı:) «–Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrâhîm denilirmiş.» dediler. «–O hâlde O’nu hemen insanların gözü önüne getirin; belki şâhidlik ederler.» dediler. (Sonra İbrâhîm’i oraya getirtip:) «–Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrâhîm?» dediler. (O da:) «–Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi eğer konuşuyorlarsa onlara sorun!» dedi. Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) «–Zâlimler, sizlersiniz sizler!» dediler. Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler: «–Sen bunların konuşmadığını pek âlâ biliyorsun!» dediler. İbrâhîm: «–Öyleyse, Allâh’ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve zarar veremeyen bir şeye hâlâ tapacak mısınız?» dedi. Size de, Allâh’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız?” (el-Enbiyâ, 58-67)
Putperest halk, Hazret-i İbrâhîm’in bu ifâdelerinden putları O’nun kırdığına iyice kanâat getirdi. Bedbaht putperestler, yapılan işi hazmedemediler ve şu taş parçalarının âcizliklerini görüp Hakk’a yöneleceklerine, Hazret-i İbrâhîm’e ateş püskürdüler:
“(Bir kısmı:) «Eğer bir şeyler yapacaksanız, onu yakın ve böylece tanrılarınıza yardım edin!» dediler.” (el-Enbiyâ, 68)
Hz. İbrahim’in Ateşe Atılması
Putperestler durumu Nemrûd’a bildirdiler. Bunun üzerine Nemrûd, İbrâhîm -aleyhisselâm-’ı çağırttı. Nemrûd’un huzûruna giren herkes, evvelâ ona secde ederdi. İbrâhîm -aleyhisselâm- ise, secde etmedi. Nemrûd, merak ve hiddetle sebebini sorunca da:
“–Seni ve beni yaratandan başkasına secde etmem!” dedi.
Nemrûd:
“–Senin Rabbin kim?” deyince, İbrâhîm -aleyhisselâm-:
“–Benim Rabbim, dirilten ve öldüren Allâh’tır.” dedi.
Nemrûd:
“–Ben de diriltir ve öldürürüm.” dedi. Zindandan iki kişi getirtti. Birini öldürdü, diğerini ise serbest bıraktı. Sonra da:
“–Bak, ben de bu işi yapıyorum.” dedi.
Lâkin akılsız Nemrûd, diriltmenin rûh vermek; öldürmenin ise rûh almak olduğunu bilmiyordu.
İbrâhîm -aleyhisselâm:
“–Benim Rabbim, güneşi doğudan doğdurur. Gücün yetiyorsa sen de batıdan doğdur!” dedi.
Bu hâdise Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyân buyrulur:
“Allâh’ın kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) vermesi sebebiyle şımarıp Rabbi hakkında İbrâhîm ile tartışmaya gireni (Nemrûd’u) görmedin mi! İşte o zaman İbrâhîm: «Rabbim hayat veren ve öldürendir!» demişti. O da: «Ben de hayat verir ve öldürürüm.» demişti. İbrâhîm: «Allâh güneşi doğudan getirmektedir. Haydi sen de onu batıdan getir!» dedi. Bunun üzerine kâfir şaşırıp cevap veremez hâle geldi. Allâh zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez.” (el-Bakara, 258)
Bu âyet-i kerîmede Nemrûd’un nankörlüğü, azgınlığı ve Cenâb-ı Hakk’a karşı îlân-ı harb ederek başkaldırışı bildirilmektedir. İmâm Beyzavî, yeryüzünde ilk ilâhlık iddiâ eden ahmağın Nemrûd olduğunu bildirmektedir. O, Allâh’ı inkâr etmiş, kendisine verilen mal-mülk karşısında şükredeceği yerde nankörlük etmiştir.
İbrâhîm -aleyhisselâm’ın Nemrûd’la görüşmesi husûsunda iki rivâyet vardır:
- İbrâhîm -aleyhisselâm-, putları kırınca O’nu hapsettiler. Ateşe atılmak üzere Nemrûd’un huzûruna getirdiler.
- Bir sene kıtlık olmuştu. Nemrûd, halkına gıdâ dağıtıyordu. Gıdâ verdiği kimseye de:
“–Rabbin kim?” diye soruyordu. Sıra İbrâhîm -aleyhisselâm’a gelince O:
“–Benim Rabbim dirilten, hayat veren ve öldürendir!” dedi.
Nemrûd, bu söze öfkelendi. Hazret-i İbrâhîm’e yiyecek vermedi. Ayrıca O’na nasıl bir cezâ verileceği husûsunda avanesini toplayıp onlarla istişâre etti. Henûn adında bedbaht birisi:
“–O’nu büyük bir ateşte yakalım!” dedi.
Bu teklif kabûl edildi. Ateş için hazırlıklar başlatıldı. Bir ay odun taşındı. Câhil ve ahmak halk:
“–Bu insan, bizim putlarımıza karşı çıkıyor!” diye odun taşıma işinde seferber oldular. Dağ gibi odun yığıldı. Yakılan ateşin alevleri semâlara çıkıyordu. Harâretinden dolayı, kuşlar yakınından bile geçemiyordu.
Bütün hazırlıklar bitince halk, ateşin başına toplandı. İbrâhîm -aleyhisselâm- elleri kelepçeli ve ayakları prangalı bir şekilde oraya getirildi. Ancak o büyük peygamber “Halîl” olduğu için çok zor bir durumda olmasına rağmen büyük bir teslîmiyet ve tevekkül içinde idi. Gönlünde en ufak bir korku ve endişe yoktu.
Nemrûd ve cemâati, O’nun ateşe nasıl atılacağını müzâkere ettiler. Nihâyet, mancınıkla atılmasına karar verdiler.
Yerdeki ve gökteki melekler, hayret içinde:
“–Aman yâ Rabbî! Sen’i en çok zikreden İbrâhîm -aleyhisselâm- ateşe atılıyor! O Sen’i bir an bile unutmayan bir peygamberdir! O’na yardım etmek için bize izin verir misin Allâh’ım?” diye yalvardılar.
Allâh Teâlâ’nın izin vermesi üzerine bir melek İbrâhîm -aleyhisselâm-’a geldi:
“–Rüzgârlar emrime verildi. Arzu edersen ateşi darmadağın edeyim!” dedi.
Diğer bir melek:
“–Sular emrime verildi. İstersen ateşi bir anda söndüreyim!” dedi.
Bir başka melek:
“–Toprak emrime verildi. Dilersen ateşi yere batırayım!” dedi.
İbrâhîm -aleyhisselâm- ise, bu meleklere:
“–Dost ile dostun arasına girmeyin! Rabbim ne dilerse ben ona râzıyım! Kurtarır ise, lutfundandır. Eğer yakar ise, kusurumdandır. Sabredici olurum inşâallâh!” diye mukâbelede bulundu.
Mancınığa konup ateşe atılmak üzere iken de İbrâhîm -aleyhisselâm-:
“Allâh bize yeter, o ne güzel vekîldir.” diyordu.
Abdullâh bin Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’nın rivâyet ettiğine göre İbrâhîm -aleyhisselâm- bu sözü, ateşe atılırken söylemiştir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem de bu sözü, “Müşrikler size karşı toplandılar, başınızın çâresine bakınız!” denildiğinde söylemiştir. Bunun üzerine Müslümanların îmânları artmış ve hep birlikte: “Allâh bize yeter, O ne güzel vekîldir!” diyerek, Allâh’a karşı eşsiz bir teslîmiyet örneği sergilemişlerdir. (Buhârî, Tefsîr, 3/13)
Hazret-i İbrâhîm aleyhisselâm tam ateşe atılmak üzereyken Cebrâîl -aleyhisselâm- geldi ve:
“–Bir dileğin var mı?” diye sordu. İbrâhîm -aleyhisselâm-:
“–Evet, bir talebim var, fakat senden değil!” cevâbını verdi.
Cebrâîl -aleyhisselâm-, İbrâhîm -aleyhisselâm-’a hayretle:
“–Niçin Allâh’tan kurtuluş istemiyorsun?” dedi.
O da:
“–Hâlimi O biliyor! Ateş kimin emri ile yanıyor? Yakma kimin işidir?” diye cevap verdi. Şâir bu cevâbı; “Âgâh olunca hâle, hâcet mi kalır suâle!” şeklinde mısrâya dökmüştür.
Allâh Teâlâ, İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın meleklerden bile müstağnî davranıp bütün talebini Hakk’a yöneltmesinden râzı olmuş, O’nu Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Sözünün eri olan (ahdine vefâ gösteren) İbrâhîm.” (en-Necm, 37) âyet-i kerîmesiyle senâ etmiştir.
Yine Cenâb-ı Hak, O’nu:
“Rabbi O’na «Teslîm ol!» deyince, derhal «(Bütün varlığımla) Âlemlerin Rabbine teslîm oldum!» dedi.” (el-Bakara, 131) âyet-i kerîmesi ile de, teslîmiyet timsâli olarak takdîm ve taltîf etmiştir.
İbrâhîm Halîlullâh’ın bu yüce teslîmiyeti ve yalnız Hakk’a tevekkülü üzerine, O daha ateşin içine düşmeden Allâh Teâlâ, ateşe emretti:
“…Ey ateş! İbrâhîm’e serin ve selâmet ol!” (el-Enbiyâ, 69)
Bu emirle birlikte İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın düştüğü yer bir anda gülistâna döndü. Orada tatlı bir pınar kaynayıp akmaya başladı. Bir rivâyete göre, Cennet’ten bir gömlek indirildi ve Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm-’a giydirildi. Bu gömlek, daha sonra İshâk -aleyhisselâm-’a, O’ndan Yâkûb -aleyhisselâm-’a, O’ndan da Yûsuf -aleyhisselâm-’a intikâl etti. Yâkûb -aleyhisselâm-’ın gözleri âmâ olduğu zaman, Yûsuf -aleyhisselâm-’ın gönderip de gözlerinin açılmasına vesîle olan gömlek, işte bu gömlek idi.
Rivâyete göre ateşe: “Ey ateş! İbrâhîm’e serîn ve selâmet ol!” emri geldiği zaman, yeryüzünde bütün ateşler belli bir müddet serin hâle gelmiştir.
Bu durum üzerine Nemrûd şaşırdı ve heyecanlandı:
“–Ey İbrâhîm! Gördüm ki senin ilâhın pek büyükmüş ve kendisinin kudret ve izzeti de seni zarardan koruyacak derecede imiş. Ey İbrâhîm! Senin Rabbin ne güzel bir Rabdir! Senin ilâhına şimdi dört bin sığır kurban edeceğim!” dedi.
İbrâhîm -aleyhisselâm da:
“–Sen sapıklıktan dönüp tevhîde gelmedikten sonra, kurbanlarının hiçbir kıymeti yoktur!” dedi.
Ancak Nemrûd:
“–Mülkümü ve saltanatımı fedâ edemem! Fakat yine de kurban keseceğim!” dedi.
Hakîkaten dört bin sığır kesti. İbrâhîm -aleyhisselâm- ile mücâdelesinden de vazgeçti. Lâkin hubb-i riyâset (baş olma sevdâsı), kibir, gurur ve inâdından dolayı îmân etmedi, bedbahtlardan oldu. Bir grup putperest ise, bu alenî mûcize karşısında îmân edip kurtuluşa erenlerden oldu.
Allâh Teâlâ’nın yardımıyla Nemrûd’un ateşinden sağsâlim kurtulan İbrâhîm -aleyhisselâm-, îmân etmeyenlere azâb-ı ilâhîyi hatırlattı:
“Dedi ki: «Siz, sırf aranızdaki dünyâ hayâtına has muhabbet uğruna Allâh’ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyâmet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımamazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız. Varacağınız yer cehennemdir ve hiç yardımcınız da yoktur.” (el-Ankebût, 25)