O kahreden olay 4 Nisan 1953 yılında yaşanmıştı. Çanakkale Boğazı açıklarında Nara bunu açıklarında Türk donanmasına ait Dumlupınar denizaltısı, uzun ve yorucu bir görevden sonra donanmasıyla birlikte istirahata çekilmek üzere limana yanaşıyordu…
Çanakkale Boğazı’nda, yıllar önce bir şileple çarpışarak batan Dumlupınar denizaltısında şehit olan bir subayın aşk hikayesi…
Dumlupınar Denizaltısıyla Batan Bir Aşkın Hikayesi
Heybeliada’daki Deniz Okulu’ndan mezun olan İsmail Türe, kendi gibi Gelibolulu olan bir genç kıza kaptırır gönlünü. İki sevgili parmaklarına nişan yüzüğü taksalar da, birbirlerini çok seyrek görmektedirler. İsmail Türe denizaltıda muhabere subayı olarak görevlidir çünkü.
Üsteğmenin aklına harika bir fikir gelir; nişanlısına ışıklı mors alfabesini öğretecek, Çanakkale’den geçiş yapacakları geceyi planlı olduğu için önceden bildirecek ve böylelikle haberleşeceklerdir. Boğazı yüzeyden geçmekte olan denizaltının kulesindeki denizciler sigara içmekte, sohbet etmektedirler. Aralarından birinin heyecanlı olduğu her halinden belli olmaktadır.
Gelibolu kıyılarına geldiklerinde, karanlık içindeki evlerden birinden bir el fenerinin yanıp söndüğü görülür: “Seni seviyorum…”
Arkadaşları gülümseyerek İsmail Türe’ye bakarken, genç aşık elindeki fenerle sevgilisine karşılık vermektedir…
Bu olaydan sonra iki sevgilinin aşkı düşmez olur denizaltıcıların dillerinden. Herkes, haberleşmek için kurulan ışık yolunu konuşur. Arkadaşları “Evlen artık su kızla da, buradan her geçişimizde selamlaşmayı bırak artık” diye takılırlar İsmail Türe’ye. Denizaltının üstünün ve altının bir olduğu yağmurlu günlerde bile, Çanakkale Boğazın’dan geçilirken, elindeki fenerle aşk nöbeti tutan yakışıklı denizci gözünü bir an olsun ayırmaz Gelibolu kıyılarından.
Yine bir gün, yirmi yedi yaşındaki Üsteğmen, Çanakkale’den geçecekleri gün ve saati, denizaltının uğradığı bir limandan haber verir nişanlısına. Ege Denizi’nden Boğaz’a giriş yapacaklarını, en öndeki denizaltının kulesinde olacağını bildirir. Genç kızın gözüne her zaman olduğu gibi, o gece de uyku girmez. Büyük bir sabırla pencerenin önünde oturmakta ve gözünü hiç kırpmadan denize bakmaktadır. Fenerine yeni pil almış olsa da, arada bir yanıp yanmadığını kontrol eder yine de…
“Ebediyete kadar…”
Birden, dev bir karartı belirir suyun üstünde. Güneyden gelen bir denizaltı, penceresinin görüş sahasına girmiştir.
Genç kız pencereyi açar ve gecenin karanlığına uzattığı elleriyle feneri yakıp söndürür. ”Seni seviyorum…”
Kulede bulunan denizaltının komutanı Bahri Kunt işareti görünce gülümser:
– “Hay Allah, bu kız denizaltıları şaşırdı. Nişanlısının denizaltısı bizim önümüzdeydi…”
Bir anlık tereddütten sonra Birinci İnönü denizaltısının komutanı Bahri Kunt, yanıt gönderilmezse genç kızın telaşlanacağını düşünerek, karşılık verilmesini emreder.
Yanındakilerin “Ne diyelim komutanım?” diye sorması üzerine de şunları söyler:
– “Ebediyete kadar…”
O gece Üsteğmen İsmail Türe’nin görev yaptığı Dumlupınar, Çanakkale Boğazı’na giriş yapan ilk denizaltı olmuştur. Ama, Gelibolu kıyılarına gelmeden Nara Burnu açıklarında İsveç bandıralı “Naboland” adlı gemi tarafından çiğnenmekten kaçamamış ve yaralı bir balina gibi acı dolu sesler çıkararak, Çanakkale’nin karanlık sularinda kaybolmuştur. Her şey birkaç dakika içinde gerçeklestiğinden, arkadan gelmekte olan Birinci İnönü denizaltısı Dumlupınar’a çarpan geminin yanından habersizce geçerek, Gelibolu’ya ulaşan ilk denizaltı olur.
Genç kız, nişanlısından haber almanın huzuru içinde başını yastığa koyduğunda, genç denizci çoktan dalmıştır “ebediyete kadar” sürecek olan uykusuna!…
Sunay Akın